Varoluşçuluğun Türkiye Serüveni : Huzursuzluğun Varoluşçuluğu Varoluşçuluğun Huzursuzluğu
Yükleniyor...
Tarih
2020
Yazarlar
Dergi Başlığı
Dergi ISSN
Cilt Başlığı
Yayıncı
Doğu Batı Yayınları
Erişim Hakkı
info:eu-repo/semantics/embargoedAccess
Özet
Varoluşçuluk savaş sonrası Paris’te, özellikle “sol yaka” aydınları arasında etkili olmuş, felsefeci Jean-Paul Sartre’ın öncülüğünü yaptığı ve temel önermelerini kitapları ve makaleleri aracılığıyla oluşturduğu bir düşünce açılımıdır. Bir felsefe “ekolü” olup olmadığı konusunda tartışmalar baştan beri sürmektedir. Doğrudan sistematik bir felsefe akımı veya okulu olduğunu söylemek güç. Bu yargı sadece felsefe planındaki kapsamı itibarıyla verilmiş bir yargı değil. Daha sonra bizzat öncülerinin işaret ve kabul ettiği gibi Varoluşçuluk daha çok edebiyat yapıtları aracılığıyla kendisini ifade etmiş bir yorum alanı. Büyük felsefi ideolojilerde olduğu gibi doktriner bir anlayışla geniş çaplı bir dünyagörüşü ve eylem önermesinde bulunmaz. Varoluşçuluk kökleri felsefe planında Heidegger, Merleau-Ponty ve Husserl’e kadar giderken geliştirdiği sözlüğün ana kavramlarını edebiyatın kapsadığı durumlardan çıkarmıştır. Varoluşçuluğun yabancılaşma, bunaltı, bunalım, saçma, angajman, başkaldırı gibi kavramlarını kendisine eksen alan edebiyat metinleri felsefe tartışmaları planında dahi kuramsal metinlerin önündedir. Bu bakımdan Varoluşçuluğu dünyada ve Türkiye’de bir edebiyat yönelimi olarak görmek yanlış sayılmaz. Hattâ doğrudan felsefi planda da Varoluşçuluk insan tekinin evrensel var olma gerçekliğini anlamak için bir yorum deneme ve girişimidir. Belli bir dönemde ortaya çıkmış, sistematik bir düşünce geliştiremediği için 1960’ların sonuna doğru terk edilmiştir. Bu akımın Türkiye’de yaşadığı serüven ise ilginçtir. Savaştan on yıl kadar sonra birbirinden farklı akımların yavaş yavaş su yüzüne çıkmaya başladığı bir dönemde Varoluşçuluk da birbirinden hayli değişik anlayışlarla entelektüel çevrelere girmeye başlamıştır. Önce çok daha soyut ve soluk bir biçimde gelişen ve adı hiç zikredilmeyen Varoluşçuluk kendisini bir “varlık” problemi olarak ifade etmiştir. Savaş sonrası dünyanın yıkıntılardan kurtulmaya çalıştığı ve “artık şiir yazılmaz” denen büyük trajedilerin içinde kendisine bir yer arayan insan tipi Türkiye’de de öne gelmeye başlamıştır. Ana kaynakların çevrilmesi daha sonraya kalırken bu kanavaya yerleşecek bazı romanlar belirleyici rol oynamaya başlamıştır. O sıralarda kendisini uzaktan da olsa sezdiren İkinci Yeni şiiriyle Varoluşçuluk başlangıçta iç içe geçerek ilerlemiştir. Aynı dönemde Varoluşçu sayılabilecek bazı yönsemeler gösteren romanların yazarları da kısa süre sonra şiddetle reddedecekleri bu akımı sol bir anlayışla iç içe geçirme çabasındadır. Halbuki aynı yıllarda öne gelecek başka edebiyat metinlerinde daha kültürel temelli bir varlık sorunu da işlenmekteydi. Bu süreç Varoluşçuluğun Türkiye’de bir entelektüel alan olarak görüldüğü geç 1950’ler ve erken 1960’lardan sonra da (giderek azalan bir hızla olsa bile) devam etti. Ana hatlarını verdiğimiz görüntü ve yapı içinde Türkiye’deki Varoluşçuluk arayışlarını iki önemli aksta toplayarak ele almak ve irdelemek gerekir. Bunların ilki Varoluşçuluğun Türkiye’de üç ayrı dönemde üç ayrı kategori halinde teşekkül etmesidir. İkincisi Varoluşçuluğun toplumsal düşünceden (social thought) ayrı ele alınmayacağıdır. Aksine, ancak toplumsal düşünce evreleri izlenirse bu arayış da kendisine özgü ve özgül zemine oturtulabilir. Bu yazıda bu iki olguyu ele alacağımız gibi son olarak Varoluşçuluğun (sınırlarını çizdiğimiz koşullar içinde) Marksizmle ilişkisini de gösterecek ve neden 1960’ların ortasından sonra entelektüel çevrelerin bu akıma/düşünceye sırtını döndüğünü ortaya koyacağız.
Açıklama
Anahtar Kelimeler
Varoluşçuluk, Varoluşçuluğun huzursuzluğu, Vaaroluşçuluğun Türkiye serüveni, Hasan Bülent Kahraman
Kaynak
Doğu Batı
WoS Q Değeri
Scopus Q Değeri
Cilt
23
Sayı
92
Künye
Kahraman, H. B. (2020). Varoluşçuluğun Türkiye Serüveni : Huzursuzluğun Varoluşçuluğu Varoluşçuluğun Huzursuzluğu. Doğu Batı, 23(92),10-58.